We Need To Honour The Shirt We Have
Eto’o olayını manipüle ederek huzur bozan tetikçi kalemlerin, sosyal medyada insanları taciz eden kışkırtan çakma hesapların ne önemi var …
Antalyaspor’da son üç ayda olanlar, işimizin ne kadar zor olduğunu göstermeye yeter. İşimizi zor kılacak olan rakipler değil. Bu camianın etrafını sarmış olan beklentili zihniyet ve faydasızlık. Herkesin bir beklentisi var Antalyaspor’dan. En masumundan taraftar bile sadece puan beklentisinde ve hiçbir sorumluluk hissetmiyor. İngilizcesi supporter (destekleyen) olan taraftarın kulübüne destek olması ve takımını koruyup kollaması gerekirken, çoğunu transfer beklentisi ve dedikodu merakı kör etmiş. Bir kısmı zaten romantizmin esiri olmuş.
Yeni yönetimin ve yeniden şekillenen teknik yapının ve kadronun desteğe ihtiyacı vardı. Bir de anlayışa. Bunu yapan cılız kitleye göre sesi daha çok çıkan istifa ve değişiklik saplantısı kazandı. Bu ülkede hep böyle olmuştur; birileri oynamaz ayak direr, birileri huzur bozar, hedefe önce teknik direktör konur. Hele ki Gültekin Gencer gibi kulubü menajer ve komisyon çiftliğine çeviren bir başkan koltuğunu kaybettiyse bu işlere hiç şaşırmıyorum. Kan değişimi lazım gibi pespaye bir ezber girdi devreye, hoca ya da yönetim istifa diye yayagara kopacağını bilen uyanıklar işlerin iyi gitmemesi için düğmeye bastı ve bu tuzağa düşüldü. Bir kısım zaten fırsat kolluyordu. Kısaca hatırlayalım:
Başkan olacağı kesinleşince Ali Şafak Öztürk, Morais ile görüştü ve kendisi ile devam etmek istedilerini söyledi. Hocanın sözleşmesi gereği sezon sonu bırakmak kendi elindeydi. Eto’o ile de uygun şartlarda devam etmek isteriz diye basına konuşarak ince mesajı veren yeni başkan, Morais’in tek patron olmasını istedi. Bu süreçle ilgili dedikodu, manipülasyon, duyum falan filan işsizlerin işi oldu. Sonuçta aklı selim taraftar “Üç ciddiyet sahibi insan oturup bu durumu sonuçlandıracaktır.” diye beklerken kaostan beslenenler, hazımsızlar, niteliksiz ve ahlaki sıkıntı yaşayan bir takım meczup, İstanbul’un vampir medyası ve menajer geçinen keneler elbirligi ile bu süreçte ellerinden gelen bütün hünerleri sergilediler. Bunların detaylarına çok da girmeye gerek yok çünkü görmek isteyen zaten görür, istemeyene de en somut örnek kar etmez, burası Türkiye sonuçta.
Takımın geçen sezonki futbolundan neden uzak olduğunun, oyun insiyatifini alamadığımız anlarda sahada kimin el freni çektiğinin, kimlerin mücadeleden kaçtığının, kimlerin göz boyamak için artistik hamleler yapıp çaktırmadan sorumluluktan kaçtığının, alemlerde koştuğunun, maç öncesi yorucu aktiviteler yaptığının ne önemi var? Eto’o olayını manipüle ederek huzur bozan tetikçi kalemlerin, sosyal medyada insanları taciz eden kışkırtan çakma hesapların ne önemi var?
Jose Morais, Karabük maçı sonrası röportajında şu cümleyi kurdu: “We need to honour the shirt we have.” Çeviriye bu şekilde yansımasa da (burada çevirmen arkadaşı suçlamıyorum, canlı çeviri değişken olabiliyor) hocanın mesajı tam da şuydu: “Antremanda herkes çok iyi ama maçta aynı performansı göstermiyoruz, üzerimizdeki formanın hakkını vermemiz (to honour=onurlandırmak diye de çevirebiliriz) gerek.” İşte gözden kaçan gerçek, kötü gidişin asıl nedeni ve ihanet… Sahaya saf saf baktığım, ne oldu arkadaş bu takıma, bu oyun normal değil dediğim haftaların gerçek nedeni… Evet çoğunluk “Vay o niye girdi, bu niye çıktı” diye hocaya sallarken ben bu kötü oyunun hoca kaynaklı olamayacağını düşünerek ne olduğunu anlamaya çalışarak sahaya bakıyordum.
Takımına ve kendi bilgisine güvenen o beyefendi adam tam bu noktada frene bastı. Öfke, şaşkınlık, süphe karışımı duygularını dizginledi ve onlara tekrar inandı, inammayanları inandırdı. Bu yürekli ve ahlaklı adamdan başka takımın yürekli futbolcuları da vardı, Eto’o meselesi çözülmüştü. İşler yoluna konma yoluna girmişti ve takım yeniden ayağa kalkmak üzereydi. Jose ve yedek kalan Eto’o dahil herkesin inançla gözleri parlıyordu TT Arena’da. İlk yarı çok doğru ve dikkatli bir oyunla ligin en formda takımı karşısında hem de deplasmanda öne geçtik. İkinci yarı ikinci golü de bulduk ama emek hırsızları sahne aldı net golümüzü saymadı. ‘Yorgun’ Yekta oyundan çıktı (umarım sakatlığı gerçek ve ciddidir). Tüm imkanlar önune serilen ve baskılarını artıran rakip maça önce ortak oldu sonra aldı. Skor 2-1 iken gerçekleşen ve penaltı olması gereken Motta’nın pozisyonu Lig TV özetlerine dahi girmedi. Evet, Jose Morais böyle aşağılık bir maçtan sonra gönderildi ve bu kimsenin umrunda olmadı. Oyun adil olsa tam da herşey bambaşka olacakken… Morais sevgisi bir poster kadardı. Herkes güle güle Jose, teşekkürler yazdı.
İşimiz zor hem de çok. Antalyaspor’u değil kendi hırslarını, heyecanlarını, eğlencesini sevenlerle kolkola girelim, aynı kuklaları hala kadrosunda barındıran bu takımı yeni hoca düzeltecek diye koşalım tribünlere yine. Bir süre normalleşip puanlar alıp sonra yeni kaoslara yelken açalım. Hocalar gelsin hocalar gitsin. Ne hırsızı görelim ne haini ne tetikçiyi. Beklentiler karşılansın yeter. Gelsin puanlar, gelmeyince kelle isteriz olur biter. Hiç bilmeyelim tuttuğun takıma faydalı olmak ne demek, resmin bütününü görmek ne demek. Hiç bilmeyelim ne demek “WE NEED TO HONOUR THE SHIRT WE HAVE”