Evdeki Hesap Çarşıya Uymadı
Hakan Aydın yazdı…
Denizlispor galibiyetinin ardından Antalyaspor’a gönül veren taraftarından yöneticisine, basın mensuplarına kadar herkesin içeride oynanacak Konyaspor maçı için genel anlamda beklentisi, Malatyaspor maçından bu yana iç sahada üç puanı bir arada görmediğimiz makus talihimize son vermekti. Herkes bu maksatla stattaki yerini almıştı. Konyaspor maçı ile başlayıp, deplasmandaki Kayseri maçı ve tekrar iç sahadaki Kasımpaşa maçlarına üç puan yazarak düştüğümüzü gayya kuyusundan üst sıralara tırmanmanın hesapları yapılıyordu. Ne yazık ki evdeki hesap, çarşıya uymadı.
Başlama vuruşu ile artık bütün futbol kamuoyunun oyun düzenini bildiği Aykut Kocaman’ın maça geride kapanarak, birinci ve ikinci bölgelerde blokların arasını kısa tutup rakip takımın ortadan ve kanatlardan üstüne gelmesini zorlaştıracağını, elinde olan forvetiyle de ani hücumlar geliştirip gol bulmaya çalışacağını futbolu takip eden herkes tahmin ediyordu.
Antalyaspor ise kazanan takım bozulmaz mantığıyla geçen haftaki kadrosunu bozmamış, bir tek sakatlanan Jahovic’in yerine ‘berber makası‘ Gustavo Blanco monte edilmişti. “Teşbihte hata olmaz” derler, Gustavo’ya berber makası demekteki amacım, tribündeki taraftarlara saç baş yoldurmasından ötürü milletin kafasında saç kalmamasındandır.
Maçın ilk 20 dakikası al gülüm ver gülüm denen tabirle ortada geçti. Biz ne zaman atağa çıkmaya çalışsak, kanatlarda hemen Konyaspor defans ve ileri uç bloku kapattı. Antalyaspor’u kalelerine yaklaştırmadılar. Konyaspor topu kapınca da hızlıca ileriye topu taşıdılar ve sonuca gitmeye çalıştılar. Rakip takımda da sonucu değiştirebilecek etkili bir ayak olmayınca kısır bir karşılaşma ortaya çıktı. Yalnız Konyaspor dünkü görüntüsü ile bizden daha organize ve kompakt bir takım görüntüsü çizdi.
Bize gelecek olursak, bir futbolcu takımı bu kadar mı etkiler? Adis Jahovic, ilk maçında 45 dakikalık oyunuyla Antalyaspor’a adeta sihirli bir değnek değmişçesine çok farklı bir görüntü sergilemişti ve 45 dakika bile Denizli’de yetmişti. Maç boyunca takım Jahovic’i çok aradı. Kelimenin tam anlamı ile Jahovic olmayınca masaldaki gibi bal kabağına dönüşüverdi.
Jahovic’in yokluğunda bana göre forvette Mukairu, sağ kanatta Amilton, sol kanatta Sinan Gümüş ile başlamalıydık. Çünkü Konyaspor kapanan bir takım olduğu için böyle takımlara karşı ancak hızlı kanatlar ve stoperlerin dengesini bozacak hareketli forvetle gol ya da goller bulabilirsin. Bu da Mukairu ile olur. Gustavo ancak Denizli maçındaki gibi rahat bir skor elde edince oynar, belki etkili olurdu.
Takımın olumlu özelliklerinden birisi de defans blokunun oturması oldu. Takıma monte edilen Veysel, Kudryashov ve genç Bünyamin’in defans bloğunda kolay kolay pozisyon vermiyor olması sevindirici bir durum.
Maçın ikinci bölümünde ilk yarının aksine üstümüze daha çok gelen bir Konyaspor vardı. Takım halinde öne çıkarak bize baskı kurmaya çalıştılar. Bunda da zaman zaman başarılı oldular. Aslında bu bizim tam da istediğimiz bir durumdu. Konyaspor üstümüze gelirken hızlı adamlarla atağa çıkıp, araya sıkıştıracağımız bir gol ile maçı alabilirdik. Ne var ki teknik direktörümüz Tamer Tuna orta alandan Yekta’yı oyundan alıp yerine daha defansif özellikteki Charles’ı oyuna alınca, hızlı atağa çıkmamız gerçekleşmedi. Hal böyle olunca sanki “yenemiyorsan yenilme” mantığı ile bir puana razı bir görüntü sergiledik.
Bir puana Tamer Tuna gözüyle bakarsak, sezonun ikinci devresine bir galibiyet, bir beraberlik, bir mağlubiyetle başladı. Yani oynanan üç maçın ortalaması 1.3 puan demek. Geriye 14 hafta kaldı. Bu ortalama ile giderse, 34 hafta sonunda 20 puan gibi bir ortalamayı hedefleyerek kendine yetecek puan hesabında gibi görünüyor.
Tamer Hocama şöyle seslenmek istiyorum, eğer bu takımın orta sahasında sakat veya cezalı olmadığı sürece Hakan Özmert oynar. Hadi oynatmadın, oyuna alırken ilk akla gelen oyuncu Hakan olmalıdır. Böyle kapalı defansları Hakan gibi bir maestro açar. Bir de Podolski’yi kulübede tutuyorsan en azından son 15-20 dakika sahaya sürmeliydin. Hazır olmasa bile rakipler ondan korkar, belli mi olur belki gol bile bulabilirdik. Keza son dakikada Doğukan’ın girdiği pozisyonda Podolski olsa maçı galip bitirmek işten bile değildi.
Maçın sonlarında tribünlerin oyuna 80. dakikada oyuna giren Doğukan’a gösterdikleri tepkiye de değinmek istiyorum. Evet, Doğukan A takımda olduğundan bu yana istediğimiz seviyede olmayabilir. Maçta sonradan oyuna girip mücadele olarak istenileni verememiş olabilir. Yalnız bir tek Doğukan’ı günah keçisi ilan etmek ve ona faturayı kesmek, yanlış adres göstermektir. Eğer bu maç özelinde fatura kesilecekse, tüm oynayan oyunculara ve teknik ekibe fatura kesilmelidir. Bu maçın sorumluluğu son 10 dakika oyuna giren bir oyuncuya yüklenemez.
Artık geride kalan maçları bırakıp önümüzdeki oynanmamış 14 haftaya bakmak lazım.
Yazımı şair Orhon Murat Arıburnu’nun şu dizeleri ile bitirmek istiyorum:
“Dünya döndükçe
Umut, fakirin ekmeği
Ye Mehmet ye!”