Çayda Boğulduk Denizi Geçtik
Hakan Aydın yazdı…
Bir deyimimiz vardır, “Denizi geçip çayda boğulmak” diye. İlk beş hafta endi ayarımızda olan takımlar karşı özellikle iç sahada beklenmedik puan kayıpları yaşasak da bizden daha iyi kadroya sahip Malatyaspor ve Fenerbahçe’den hesapta olmayan üç puan almamız tam da bu deyimi doğrular nitelikteydi.
Maça gelince, Fenerbahçe beklendiği gibi saha ve seyirci avantajını kullanarak maça baskılı başladı. Antalyaspor ise ilk dakikalarda topun arkasına geçerek orta sahayı kalabalık tutarak bir nebze de olsun baskıyı kırıp, ani kaptığımız toplarla rakip takım defansını hazırlıksız yakalayıp Dala ve Aatıf gibi hızlı oyuncularımızla gol bulmaya çalıştı. Taktik olarak oyun kurgusu bu şekilde planlanmıştı. Böyle bir kurgu ile oynarken 6. dakikada Fenerbahçe atağa çıkarken kaptığımız topla ani gelişen ilk tehlikeli hücumda golü genç Ufuk ile bulduk. Gün geçtikçe üstüne koya koya gelen, kendini geliştiren Ufuk çok şık bir gol attı. Ufuk, ilerleyen haftalarda da adından sıkça söz ettirecek. Türk futboluna bir yıldız adayı geliyor. Umarım genç futbolcuların hastalığı olan havaya girmez ve uzun yıllar bize ve Milli takıma hizmet eder.
Bulduğumuz golden sonra rakip takım şuursuzca üstümüze geldi ve baskı kurmaya çalıştı. Baskı ile beraber sert futbol oynayan rakip, dengeyi sağlamak için bizim oyuncularımıza resmen tekme tokat girmeye çalıştı. Hele dakikalar 13’ü gösterirken Muriç’in Diego’ya yaptığı hareket yüzde yüz kırmızı karttı ama her zamanki gibi pozisyon es geçildi. Acaba aynı pozisyonu Diego yapsaydı karşılığı ne olurdu, sormak lazım.
Dakikalar ilerledikçe Fenerbahçe baskısını arttırdı. Rakibin bu baskısında 1-0 galip olmanın da getirdiği psikoloji ile geriye çok yaslanıp orta sahada oynayan Chico’nun adeta üçüncü bir stoper gibi defans hattına gömülmesi, rakibin orta sahamızı çok çabuk geçip pozisyonlar bulmaya çalışmasına neden oldu. Genelde bizim sağ kanadımızdan ataklarını gerçekleştirmeye çalıştı Fenerbahçe. Sağ kanadımız çok aksadı.
Bu maçta Charles’ın yokluğunu çok aradık. Nedeni ise Fenerbahçe’nin atak oluşturacak tüm topları Emre Belözoğlu’nda toplanıp, Emre tarafından servis ediliyordu. Sahada Charles olsaydı eminim buna izin vermez, Emre’yi çok rahatsız ederdi. Bir de bunun üzerine ileri uçta oynayan Dala pres yapmayınca Fenerbahçe oyunu geriden rahat bir şekilde kurarak üzerimize çok çabuk gelmeye başladı. Bu ataklarda adeta iki dev kule gibi hatasız oynayan Bahadır ve Diego, rakibin etkili silahı Vedat Muriç’e top göstermeyerek oyundan düşüp sinirlenmesine sebep oldular.
Yine oyuna sol bek başlayan Celustka bölgesinde hiç sırıtmadı. Çünkü iki haftadır üzerine koyarak gelen, yapılan eleştirilerden hırslanan Aatıf, Celustka’ya yardım etti. Adeta sanki bir sol bek gibi defansa gelip top çıkardı, kaptığı toplarla sol çizgiyi kullanıp takımını atağa çıkardı. İlk yarı yine de bizim istediğimiz gibi bitti.
İkinci yarı beklenildiği gibi Fenerbahçe’nin baskısı ile başladı. Yalnız ikinci devreye Dala yerine Mukairu ile başlayınca rakibin rahat bir şekilde öne çıkmasına biraz da olsa engel olduk. Rakip ileri çıktığı zaman 55 ile 65. dakikalar arasında çok net pozisyonlar yakaladık ama bu pozisyonları cömertçe harcayınca saç baş yolduk.
Dakikalar ilerledikçe takımda ister istemez bir yorgunluk baş gösterdi. Özellikle Aatıf’ın yürüyecek hali kalmadı. 70. dakikadan sonra belki bir Aatıf-Serdar değişikliği olabilirdi ama Bahadır’ın sakatlanması bütün planları bozdu. Maçın son dakikalarına doğru Mukairu’nun laubali hareketleri olmasa farkı artırmamak işten değildi.
Bu laubaliliğin sonucunda kaptırdığımız toplar kalemizde pozisyon oldu. Son dakikalar bitmek bilmedi. Kimimizin ekran başında kimimizin tribünde tahmin ediyorum tırnaklarını yemekten parmaklarında tırnak kalmamıştır.
Son düdükle beraber hesapta olmayan bir 3 puanla dönmek elbette çok güzel. Yalnız son iki haftada kazandığımız maçların anlam kazanması için Gençlerbirliği maçından 3 puanla ayrılmak zorundayız.
Teknik kadronun da artık yavaş yavaş form tutmaya başladığını görmekteyiz. Son iki haftada zamanında ve yerinde yapılan değişiklikler ve doğru oyuncu tercihleri, maçı kazanmamızdaki en büyük etkenlerdendir. Camiadan gelen eleştirilere kulaklarını tıkamadan dinlemek, doğru yolu bulmanızı sağlar.
Maç sonu tribünde bir avuç dahi olsa arma peşinde koşan, hafta içi olmasına karşılık 1 günlük asgari ücret yevmiyesinin üstünde olan 91 TL’lik deplasman tribünü biletinin bedelini yüreğine aktaran, bu kadar cefa çeken taraftarımızla takımın bütünleşmesi bu galibiyetin mimarı olan iki taraf içinde güzel bir tabloydu.
Son sözüm, kazanan her zaman haklıdır. Bülent Hocam yeter ki sen kazan, biz haksız çıkalım.
Yılmaz Odabaşı’nın da dediği gibi; “Yitirdiğin her şeyde, kazandığın bir şey vardır, kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin.“