Ümitler ve Enkaz
Ulaş Kalkan yazdı…
Heyecanlı, hayaller kurduran, özel olacak gibi hissettiren bir sezondu başlamadan evvel. Geçen sezonun ikinci yarısındaki sonuçlar ve performansın yarattığı umut duygusu, kadrodan büyük kayıplar vermeden başlanan bir sezondu. Yaş ortalaması yüksek olsa da bu lig şartlarında kalburüstü oyunculara sahip, oturaklı bir takım gibi görünüyorduk her şeyin başında. İlk maç içerideydi, Galatasaray’a karşı; bundan daha güzel bir başlangıç imkanı da olamazdı açıkçası. O maç bence sezonun hem kaderini belirleyen, hem de önsözünü yazan maçtı. Sadece Luiz Adriano’nun lakayıt penaltısı bile çok şey anlatmış bize aslında fakat farkına varamamışız.
Neler anlatmış? Luiz Adriano, her şeyden önce 10 senedir ülkemizde forma giyen rakip takım kalecisi Fernando Muslera’yı hiç izlememiş, hakkında hiçbir şey öğrenmemiş. Muslera’nın penaltılarda son ana kadar bekleyip vuruştan sonra atladığı bilgisini edinmemiş. Bunun suçlusu da bana göre Luiz Adriano olamaz. Eğer takımından bir oyuncuya penaltı kullandıracaksan; rakip kalecinin hangi tarafa yatmaya yatkın olduğu, ne zaman harekete geçtiği, zayıf noktasının neresi olduğu gibi birçok bilgiyle de o oyuncuyu işlemen gerekir. Topun başına geçtiği anda kafasında önündeki 5 saniyeyi defalarca canlandırabilir. İhtimalleri bilir. Fakat öyle olmadı, Luiz Adriano hem lakayıt hem de berbat bir penaltı kullanarak sezonun ilk maçının ilk 45 dakikasını önde tamamlama şansını rahat bir şekilde harcadı. Maçın devamında ise, 90 dakika kafa kafaya giden müsabakada 89. dakikada oyuna giren futbolcudan 90. dakikada gol yiyerek eskilerin dediği “nasıl başladıysa öyle gider” deyimini gerçekleştirip, bununla da yetinmeyerek bütün sezona yaymış olduk. Absürt hakem kararları da dahil olmak üzere bu maçta yaşanan her şey aşağı yukarı sezon boyunca yaşananlarla aynıydı. Belki bunun bir tık kötüsü sezonun son maçını kaybederek küme düşmek olurdu, onu da başaramayanlardan Allah razı olsun(!)
Sezonun büyük çoğunluğunda kişisel hırsları, hedefleri olan oyuncular sayesinde kazanılan zaferleri takımın tamamına mal etmeyi doğru bulmuyorum. Aynı şekilde takımı kuran, transferleri yapan, transferleri onaylayan, yürümeye dermanı olmayanları defalarca ilk 11’de sahaya sürenlerin de kendilerini başarılı görmemeleri gerektiğini belirtmek istiyorum. Kaldı ki galip gelinmiş az sayıda lig maçı dışında başarı denilebilecek bir durum da yok.
O kadar uzun süredir bu camiaya mensubum ki, artık bugün yaşadığımız süreçler bana tiyatro oyunundan hallice gelmeye başladı. Başkan değişiyor, yönetimin çoğu aynı. Sadece birileri “şu geldi ben yokum, bu gitti ben yokum” gibi tutumlarla ayrılabiliyor. Giden “kulüpte para yok” diyor, gelen “kulüpte hiç para yok” diyor. Tamam o zaman diyorsun, kulüpte neden para yok? Kulüp neden bu kadar borçlu? Kim bunun sorumlusu? Kulübün parası nereye, kimler tarafından ne şekilde harcanıyor? Görüyorsun ki bu soruların cevaplarının hepsi kulüpte hala aynı koltuklarda oturuyor. Aynı isimlerle farklı sonuçlar mı bekliyoruz yoksa herkes sadece bugününü geçirmekle mi ilgileniyor? Bizdeki başkan değişikliği, batan bir kulübün ismini değiştirmeye benziyor. İçerisi hala aynı, sadece isim değişiyor.
Bu sezon kombine almadım. Önümüzdeki sezon da almayı düşünmüyorum. Kulübe tahsisli localarda İstanbul taraftarlarını formalarıyla ağırlayanlar, kulübün uçağıyla eşi dostu gezmeye götürenler ödesin lütfen kulübe benim yerime iki kişilik kombine parasını. Kulübün her biriminde rakip takımların paylaşımlarını RT edenlere makamlı mevkili, tam yetkili işler verenler kimse onlar ödesin. Ben Antalyaspor’u görmeden de sevebilirim.
Yeni sezon için de umutlanmıyorum, beklentiye girmiyorum. Sevinmek için sevmemiş olmanın, kartvizitime eklemek için değil gönülden Antalyasporlu olmanın haklı gururuyla yeni sezonu bekliyorum.
Aslolan Antalyaspor’dur.