Şampiyonluk Yarınlara
Oyunu sadece gol yememek üzerine kurulu bir sistemden çıkıp maçı çevirebilecek bir sisteme geçiş yapabilecek bir teknik direktöre sahip değiliz …
Geçtiğimiz sezon esen güzel rüzgarla birlikte seneler sonra camianın yüzü güldü. Avrupa hayallerinin yanında Werder Bremen geyikleri bile gündemi doldurdu. Daha da ileri gidip kulübün en yetkili ağızlarından şampiyonluk kelimeleri dökülüverdi.. İşte böyle başlayan bir sezonu bizler de öyle bir umutla karşıladık ki, deplasmanda son 10 yılda 1 gol atabildiğimiz ve iç sahada da hiç şansımızın tutmadığı Beşiktaş’ı deplasmanda yenebileceğimizi hissediyorduk. Üstüne, Beşiktaş’ın ligin ilk maçını seyircisiz oynayacağı haberi de gelince, evet dedik, bütün şartlar bizden yana. Şeytanın bacağını kıracağız. Rıza Çalımbay’ın hedef küçülten söylemleri bile bu umudu kıramadı.
Maç, 80 lira bilet fiyatına rağmen vaktinden, nakdinden ayırıp yollara düşen 350-400 taraftarımızın yoğun desteği ile başladı. Vodafone Park’ın tribünleri “Sadece Antalyaspor” ile inliyordu. Gönül istedi ki, takım da savunma anlayışından biraz sıyrılsın, gol girişimlerinde bulunsun. Yani biraz tribüne göre oynasın. Oyuncu yapısına göre oynasın. Elde olan oyunculara bakınca beklenti artıyor. Sahadaki kör dövüşünü görünce başka takımların taraftarları bile sosyal medyada hayal kırıklıklarını dile getirmekten geri kalmıyorlar. Beklentileri karşılamayan bir ilk yarının sonuna doğru enteresan bir golle geriye düştük. Açıkçası ben, ikinci yarı maçı çevirebileceğimizi hiç düşünmedim. Oyunu sadece gol yememek üzerine kurulu bir sistemden çıkıp maçı çevirebilecek bir sisteme geçiş yapabilecek bir teknik direktöre sahip değiliz. Özellikle de deplasmanda ve de geçen yılın şampiyon kadrosuna karşı oynuyorsak.
İkinci yarıda beklentimin aksi bir oyun görmek hayaldi. Haliyle hayallerde kaldı. Orta sahayı geçtikten sonra hücuma yönelik olumlu 3 pas yapamayan, kanatlardan inip orta yaparak gol kovalayamayan, hızlı çıkamayan, gol atacağına dair inancı olmayan bir takım vardı yine sahada. Böyle durumlarda hakem de takdir haklarını rakipten yana kullanıyorsa, sahadan puanla ayrılmak çok mümkün olmuyor. Derken Cenk Tosun’un Arif Erdem’i andıran düşüşlerinden birini de Beşiktaş lehine penaltı atışı ile sonuçlandırıp, kötü yönetimini taçlandıran Cüneyt Çakır çıktı sahneye ve son umut kırıntılarımızı da Dolmabahçe’ye gömdü.
Ligin ilk maçı olsa da , sahada gördüğümüz takımın ilerleyen haftalarda başarılı sonuçlar alacağına olan inancımız var olsa da her kayıptan çıkarılması gereken dersler var. Tabii ki bu dersleri çıkaracak olan biz tribün emekçileri değiliz. İlk haftanın günahı olmaz diyorum ve ders çıkarması gereken yetkili organlarımızı eleştiriden kaçınıyorum. Yalnız, klasik “Gol yemeyelim, golü bir şekilde atarız” mantığı bu takıma ve hedeflerimize yakışmıyor.
Yazının başında söylediğim gibi 80 lira bilet fiyatına rağmen onca yolu gidip takımını destekleyen, üstüne üslük maç sonunda haksız yere emniyetin orantısız güç kullanımına maruz kalan, Antalyaspor uğruna yara alan herkes başımızın tacıdır. Vefakardır. Cefakardır. Aşıktır. Selam olsun.
Bir alkış da, geçtiğimiz sezon bir çok deplasmanda taraftarı yalnız bırakmayan, Ankara ve Konya deplasmanlarında bizzat benim olduğum otobüste stada kadar gidip maç sonu taraftarı uğurlayan Antalya Milletvekili Devrim Kök’e… Dün akşam yine maç öncesi ve sonrası taraftarı yalnız bırakmamış, yaralı taraftarlarımızla hastaneye kadar gidip Antalya’ya yolcu etmiş. Kentte söz sahibi büyüklerimizi İstanbul takımları renklerine bürünmüş halde değil, Devrim Kök gibi şehrinin takımının yanında, taraftarı ile kol kola görmek istiyoruz. Önümüzdeki hafta galibiyet sonrası okurlarımızla buluşmak dileğiyle.