Kiralık Katil
Hakan Aydın yazdı…
Perşembe gecesi ordumuza düzenlenen hava saldırısında 33 kahraman askerimiz şehit olmuştu. Cumartesi günü geldiği zaman her zaman maç saatini beklerken kıpır kıpır olan ben dahil maçı izlemeye gelecek herkesin maç saati yaklaşmasına rağmen neşesi kırık, içi buruktu. Kimsede maç havası yoktu. Hepimizin bu duygularla stadın yolunu tuttuğumuzda tribünlerin gelincik tarlası gibi bayraklarımızla süslendiğini görmek ve maç öncesi takım kadroları skorboarddan geçerken 33 kahramanımızın resimlerinin görünmesi ve isimlerinin okunması, eminim hepimizin içinde duygu fırtınalarının kopmasına yol açtı.
Bu duygularla başlayan karşılaşma tıpkı Kasımpaşa maçının kopyası gibiydi. Oyuna Malatyaspor maçının aksine tutuk başlayan takımımız, topu rakibe verip 1. ve 2. bölgelerde blokları kısa tutarak rakibi kalemize yaklaştırmadan, kapılan toplarla orta sahayı hızlı geçip rakip Fenerbahçe’nin arkasına atılacak toplarla sonuca gitmeyi düşünmüştü. Tamer Hocanın bu planı sekteye uğradı, Sinan Gümüş olmayınca gerçekleşmedi. Rakip Fenerbahçe de bir hafta önce kendi sahasında farklı mağlup olması nedeniyle oyuna baskılı başlamış gibi görünse de temkinliydi. Bu nedenle iki takım da temposuz, rölantide bir oyun ortaya koydu. Dakikalar ilerledikçe rakip takım baskı kurup bizi sahamızdan çıkarmamaya çalıştı ve orta sahadaki N’Dinga, Hakan ve Fredy üçlüsünün bağlantısını keserek hızlı bir şekilde topu 3. bölgeye taşımamıza engel olmaya çalıştı. Bunda da başarılı oldular. Takımımız ilk yarı ileri top taşımakta güçlük çekti. Ona rağmen maç 0-0 devam ederken orta alanda kapılan bir topta kaleci ile karşı karşıya kalan Amilton zaten ilk yarıdaki az sayıda yakaladığımız fırsatı hovardaca harcadı. Karşılaşma tam bir kör dövüşüne dönmüş iken ortaya bir anda hakem triosu çıktı. Dakikalar 34’ü gösterirken yardımcı hakemin gözünün önünde bir karış dışarı çıkan topa devam kararı verilmesinin akabinde golü kalemizde gördük.
Yalnız geçen haftalarda yazdığım savunmanın sol kanadına merhem oldu dediğimiz Kudryashov, gün geçtikçe ilerlemiyor, aksine geriye gidiyor. Yenilen golde tıpkı Malatyaspor maçındaki gibi yerini kaybedip ağır kalınca rakip oyuncu da bu fırsatı değerlendirip topu ağlarımıza bıraktı. Gerçi bunda önünde oynayan Podolski’nin de etkisi vardı. Daha hazır olmayan Alman Panzer, geriye dönüşlerde ağır kalınca sol kanadımızda zafiyet doğdu. Rakip, ilk yarı boyunca ataklarını genelde sol kanadımızdan yaptı.
İlk yarı kısır bir mücadele ile sona erdi. İlk yarıda istatistiklere baktığımız zaman, topla oynamada %54’e %46 gibi rakibin üstünlüğü vardı. Keza kazanılan ikili mücadelede %66’ya %34 gibi rakibin üstünlüğü vardı. İlk yarı boyunca bir tek bizim üstünlüğümüz rakip ceza sahasında topla buluşma ve köşe vuruşlarında üstünlüğümüz vardı. Bu istatistik, kanatlarımızda hız bakımından özellikle Amilton tarafından ofansif yönden de Podolski tarafından etkili kullandığımızın göstergesi idi.
İkinci yarıya yukarıda yazdığım gibi tıpkı Kasımpaşa maçının kopyası gibi sanki o durgun, tutuk takım gitmiş de sihirli bir değnek değmişçesine başlama düdüğü ile birlikte toplu halde atağa çıkan, ısıran, saldıran bir takım ortaya çıktı. Hoş bunda rakibin skoru korumak için oyunu kendi sahasında kabul etmesi de etkiliydi ama sağdan soldan yapılan kanat bindirmeleri gelecek olan gol ve gollerin habercisi gibiydi. Kasımpaşa maçında galibiyeti getiren gollerin dakikaları ile hemen hemen aynı dakikalarda önce beraberlik golünü hemen ardından öne geçiren golü bulmamız, Tamer Tuna’nın önce durdurup sonrası üstünlük sağlamaya yönelik bir taktik planıydı. Hatta Jahovic ile bulduğumuz ofsayt gerekçesiyle iptal edilen gol; sadece bana göre değil, taraflı tarafsız herkesin düşüncesine göre buz gibi goldü. Bu dakikadan sonra devreye tekrar Ali Şansalan adlı üstünde sarı lacivert forması eksik olan şahıs girerek golü iptal etti ve Fenerbahçe’nin ezilip dağılmasına, fark yemesine müsaade etmedi. Bu dakikadan sonra bütün takdir haklarını rakip takından yana kullandı. Çaldığı düdükler bu dakikadan sonra hep rakipten yana idi. Kararlarına itiraz eden oyuncularımızı adeta azarlar bir tavır göstererek sarı kartları ile tehdit etti.
Fenerbahçe skoru değiştirmek adına takımı öne çıkarınca farkı artıracak pozisyonlar bulduk. Ama ne yazık ki bencilce harcadık. Maçın sonlarına doğru yorulan kanat oyuncularımız Podolski ve Amilton’un yerine Mukairu ve Chico’nun oyuna dahil olmasıyla iyice geriye yaslandık. Maçın sonlarına doğru maç, iyice doldur boşalta döndü. Fenerbahçe şişirme uzun toplarla beraberlik golünü aradı. 90 dakika dolmak üzere iken uzatma tabelasında birden 5 dakikayı görünce herkes şaşkınlık geçirdi. Ne olmuştu acaba beş dakika uzatma verecek? Sakatlanan oyuncuların olduğu, sağlık ekiplerinin sahadan çıkmadığı bir durum da yok iken beş dakikalık uzatma ile Hakem Ali Şansalan’ın niyeti ortaya çıkmıştı. Fenerbahçe gol atmadan maç bitmeyecekti. Nitekim kalecimiz Boffin’in şişirme bir topunda uzatma dakikalarının bittiği, uzatmanın da uzatmasında rakibin oynadığı uzun top, kademe hatası ve yine sahneye çıkan Kudryashov’un topu rakip futbolcunun önüne vurması ile rakibin golü bulması, hakemin bu golün santrasının dahi yapılmadan maçı bitirmesi, “bir maç bir takımdan alınıp nasıl diğer takıma verilir”in en iyi örneği idi.
Yediğimiz son golde Kudryashov’un olduğu kadar rakip takım kendi sahasından çıkarken ileride rakibe basmayan, kovalamayan Mukairu’nun da yenen golde payı büyüktü.
Bir başka değineceğim konu da 87 dakika boyunca çok yorulan Podolski’nin yerine Chico hamlesini yapmak yanlıştı. Çünkü kanadımız çok boş kaldı ve rakip kanat oyuncusu orada bomboş kalıp topu ceza alanımıza ortaladı ve kalemizde golü gördük. Bence orada Chico hamlesi yerine Doğukan hamlesi olmalıydı. Hem rakibe rahat top yaptırmaz ve defansa yardım eder hem de ileriye topu taşıyıp oyunu ileride tutarak rakibi tehdit edebilirdi.
Yazımın sonunda siz renktaşlarıma bir sorum olacak. Cumartesi günü sahada her iki takım on birleri, yedek kulübeleri, kenar yönetimi ve hakem triosunun içinde bir kiralık katil vardı. Sizce kimdi? Bu sorunun cevabını siz bulun istedim.
Son sözüm Merkez Hakem Kurulu’na olsun:
Tilki, kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı?