Güneşli Bir Pazartesi Günü
Güneşli bir pazartesi günü… Hep hayalini kurduğum, sonunda “kendi stadımız” diyebileceğimiz, kimisine göre Antalya Arena’ya, benim için Antalya Atatürk Stadyumu’na doğru yürüyorum. İçimde çocuklar gibi bir heyecan var. Maçın başlama saati bir türlü gelmek bilmiyor. Saate bakıyorum daha 17.00. Aradan saatler geçmiş gibi hissediyorum ama bir sonraki bakışımda saat 17.15 olmuş sadece. Zaman sanki benimle oyun oynuyor.
Sonunda stadın içine giriyorum, tribünlerle ilk göz göze gelişim sanki ilk bakışta aşk gibi. Yutkunuyorum, bir süre sadece boş gözlerle çevreyi süzüyorum. Bulunduğum yere ilk gelişim ama hiç yadırgamıyorum. Sağımda solumda önümde arkamda hep kırmızı beyaza bürünmüş yol arkadaşlarım var. Bu sefer içimi bir mutluluk hissi kaplıyor. Sonunda evimdeyim diyorum, ne çok özlemişim ama… Takımlar sahaya çıkıyor ve ilk düdük çalınıyor. Hep bir ağızdan gırtlağımıza kadar Antalya diye bağırıyoruz. Maçın skoru mu? Kimin umrunda… Bugün 5 yeriz, yarın 5 atarız. Önemli olan orada bulunabilmek. Biz bu zamana kadar ne başarı görmüşüz ki bir mağlubiyetle karamsarlığa kapılalım…
Sevinmek için sevmedik diyorum, o tribünleri zorunlu olarak terk ederken. Ama dönüp yakında yine buluşacağız, yine geleceğim diyorum.
Gece bu kadar güzel biterken gözümü son kez deplasman tribününe dikiyorum. Oradaki Antalya, Manavgat, Alanya yazıları içimi acıtıyor. Bu şehrin seveni de çok “nankörü” de diyorum kendi kendime. Bir insan kendi yaşadığı, ekmeğini kazandığı şehre nasıl küfreder diyorum, anlam veremiyorum.
Yaşasın şehrine ihanet etmeyen, bu şehri canı pahasına sevenler…