Özelde Umut Genelde Hüsran

öyle bir dönüp bakıyorum da, sezonun başında içimizden geçenlerle devre arasında geldiğimiz durum… Söylenecek söz yok …

Özelde Umut Genelde Hüsran
27 Aralık 2017 08:21

Şöyle bir dönüp bakıyorum da, sezonun başında içimizden geçenlerle devre arasında geldiğimiz durum… Söylenecek söz yok. İşler nasıl oldu da bu noktaya geldi diye düşünmeden edemiyorum. Kendimce yapılan yanlışları şöyle bir değerlendirmek istiyorum, elimden geldiğince.

Her şeyden önce, çoğunluğun aksine ben Rıza Çalımbay’ın olması gerekenden çok daha geç gönderildiğini düşünüyorum. Eğer yetki benim elimde olsaydı sezona onunla başlamazdım. Her şey sportif başarı değil, Rıza Çalımbay çok başarılı bir sezon geçirmiş olsa da çok kalp kırmış, çok ah işitmiş, kriz yönetiminde sınıfta kalmış bir hoca benim nazarımda. Oyuncular arasında keskin ayrımlar yapan, takım için kutuplaşmaya müsaade eden, yangına rüzgar tutup sonra geçip izleyen bir hoca görüntüsü çizdi bence. Basın toplantılarında isim vere vere oyuncularını suçlaması, kendisini kabahatli görmeye hiç yanaşmaması benim gözümde kendisini “sessiz bir Fatih Terim“e çevirdi. Hiç şans vermediği Emre Güral, Alanyaspor maçında kendisine şans verildiği zaman neler yapabileceğini herkese gösterdi diye düşünüyorum. Ayrıca almış olduğum duyumlara göre kendisi ve ekibi gitmeden önce gittiği kulübe götürmek istediği bazı oyuncuları yönetime karşı kışkırtarak yönetimin onları istemediği yönünde kafalarını karıştırmış, asılsız iddialar sunarak giderayak takımın içine nifak sokmuşlar. Bu oyunculardan bir tanesi de ismini dahi anmak istemediğim 23 numaralı olan… Bunlar ve benzer birçok sebepten ötürü bu sezonun Rıza Çalımbay ile başlanması benim nazarımda büyük bir hatadır.

Sıra geldi transferlere… Ali Şafak Öztürk pek çok konuda bizleri hayal kırıklığına uğrattı maalesef. İlk geldiği sezon birçok yerde “Porto gibi, Shakhtar Donetsk gibi” bir transfer politikası izleyeceğinden bahsetmişti, bu fikir de hepimize çok sıcak gelmişti diye hatırlıyorum, kendisi gibi… Genç oyuncuların parlamasına müsaade edecek bir kulüp yapılanması çok güzel olurdu. Anıl Koç(Kendisi bir kupa maçı dışında hiç oynamadı), Harun Alpsoy ve Drole dışında buna uyan bir transfer olmadı maalesef fakat birçok futbolcu geldi gitti kulübe. Bbu oyuncular Nasri gibi Menez gibi milyonlarca eurolar kazanıp kulübe hiçbir şey vermeyen büyük parazitler oldu. İlk baştaki transfer politikası fikriyle böyle taban tabana zıt hamleler yapmasına sebep olan neydi, çok merak ediyorum. Tahminimce birileri aklına girdi, büyük gelirler vadedip transferde elini korkak alıştırmamasını söyledi. Bir takım gelirler vadedilip amiyane tabirle gaza getirildi. O da bu gazla Drole veyahut Sandro transferinde tanıştığı, elinde milyarlık eşekler bulunan bir menajerin kapısında buldu kendini. Ya da kapıyı açtığı anda o menajeri kapıda buldu. Sonrası ise hepimizin malumu… Vadedilen gelirlerin önünün tıkanması ile de Sayın Öztürk diğer büyük yanlışını yaptı: Kulübünü yalnız bıraktı. Apar topar gemileri yakmadan evvel daha etraflıca düşünmesini beklerdim. Sportif açıdan kötü durumda olan kulübün ve şımarıklığından illalah ettirmiş yeni transferlerinin başıboş kalmasına sebep oldu. Akabinde kulüp zaten hem hocasız hem başkansız üç maç yapmak zorunda kaldı, senelik toplam ham maaşı 11 milyon eurodan fazla olan yıldızcıklar ise kayıptı. Bu başsızlık en çok onlara yaradı. Tabi yatmayı kendileri için yararlı görecek hale gelmiş olmaları da henüz 30 yaşında olan bir futbolcu için felaket demektir, umarım bu felaketi yoğun bir şekilde yaşarlar; onlara hakkım helal değildir.

Gelelim yönetimsel zaafiyetlere… Antalyaspor’u çiftliğe döndüren tutum maalesef yönetimin “hoşgörü” anlayışı oldu. Önce yaz döneminde takım arkadaşının düğününe, hem de kulüp başkanının otelinde olan bu düğüne girerken belinden tabanca çıkarıp kapıdaki görevliye vererek giren, bunu da övünülecek bir şey olarak görüp sosyal medyada paylaşan, sezonun ilk maçlarından birinde kendi tribününe dönüp küfreden, sonrasında kendisine iyi niyetle mesaj atan taraftara küfreden şahıs bütün bunlara rağmen hiçbir ceza almadı. Üstüne “Savcı ağabeyi” ile fotoğraf paylaşıp taraftara gözdağı vermekten de geri durmadı. Bunları dile getirdiğimizde “oyuncuyu yemeye çalışmak” ile suçlandık ama Alanyaspor maçı sonrası iyi olduğunu söyleyip tebrik ettiğimde aynı şahıs yazılarımda onu eleştirmemden dem vurarak “İki hafta önce köşende sallıyordun şimdi iyi olduk de mi?” diyerek üstüme yürüme hakkını kendinde bulabildi. Onu cezalandırmayanlar, taraftarı hiçe sayanlar büyük bir ego yarattılar. Kendisinin bu hareketlerini Trabzonspor taraftarına karşı da yapmasını umutla bekliyorum.

Ayrıca oynadığı iki maçta üst üste aynı hareketle takımı eksik bırakan, keyfi olarak antrenmanlara gelmeyen gibi birçok oyuncuya da cezai işlem uygulanmadı. Uygulandıysa da biz duymadık, görmedik çünkü Sayın Ali Şafak Öztürk yönetimi geldikleri dönemden beri vadettikleri şeffaflık ilkesini çoğu zaman gözardı ettiler. Bizler kimlerin sakat olduğunu bile kulüpte çalışan dostlarımıza, arkadaşlarımıza sorarak öğrendik.

Her şeye rağmen son maçta oynanan futbol, sonbahar gelmiş ruhlarımızda yeniden umudu yeşertti sanki. Çalımbay zamanında kulübeye hatta çoğunlukla tribüne demirlemiş olan Emre Güral’ın futbol oynamayı, özellikle gol atmayı ne kadar özlediğini gördük. El Kabir’in bahanesi olmayacak kadar fazla olan kilosuna rağmen nasıl istekli olduğunu gördük. Benim gözümde kaybedilmiş imajı çizen bazı futbolcuların sokak aralarında top oynadıkları zamanlardaki gibi çocukça ve hırslı olan yanlarını tekrar gördük. Zaten konu Antalyaspor ise herdaim yeşermeye meyilli olan umudumu tekrar canlandıran bu performans benim ligin ikinci yarısına bütün eksik ve kötülüklere rağmen inançla bakmama sebep oldu.

#BizGerçektenAntalyasporuz